Kâbe Kevserinin Efendisi: Hz. Muhammed
Peygamberlik mülkünün hükümdarı
Ve ihtişamın tuğrası…
(Emir Hüsrev)
Övgüye ihtiyacı yoktu, muhakkak ki beşerin O’nu övmeye ihtiyacı vardı. Övmek te bir gerekliktir insana ve ille de inanana:
Aşk dedi ki: “Sen Muhammed’in rengini ve kokusunu
Almadığın sürece
Başkalarına tabisin.
Onun adını salavatlarınla kirletme” (Pas 49)
Hz. Peygamber için en güzel sözler söylenir tarih boyunca. Dizinin dibinde olanlar değil sadece. Acem’den Hint’e, Türkistan’a, İklim-i Rum’a ve Endülüs’e ve Kafkaslara birçok yüreğe düşmüş ve en güzel kelamla anılmış… İranlı Sadi’nin dediği gibi:
Okumayı öğrenmemiş bir yetim çocuk,
Pek çok ülkenin kitaplığını yıkayıp temizledi.
Veya Mevlana’nın diliyle konuşursak:
Şiirler dolusu yüz binlerce kitap
Ümmi’nin kalemi karşısında boşa çıktı.
Süleyman Çelebi bir kültüre dönüştürmüş bu güzellemeyi Türklüğün ikliminde. Mevlid herkesin kulaklarındadır “beşerin en hayırlısının” doğumuna ithafen. Lakin eğer bu “Nebi güzellemelerinden” birisini seç deselerdi düşünmeden Arif Nihat Asya’nın “Naat’i” derdim:
Seccaden kumlardı.. Devirlerden, diyarlardan Gelip, göklerde buluşan Ezanların vardı! .
Mescit mümin, minber mümin... Taşardı kubbelerden tekbir, Dolardı kubbelere “amin”..
Âlemlerin Nebisi, âlemdeki her cisimde varlığını hatırlatır sevenlerine. Hindistan Babür İmparatorluğunun son hükümdarı Bahadır Şah Zafer şöyle der:
Gece! Bu senin misk kokulu saçlarına bir övgüdür.
Güneş! Bu senin nurani yanağındaki yemindir.
Dini “çatık kaşlı” betimleyenlere inat peygamberin şefaatine sığınanların ziyana uğramayacağını bilir ehl-i gönülden olanlar. Tıpkı Şah Abdüllatif’in “Risale”sinde belirttiği gibi:
Onlar “Allah birdir ve
O’ndan başka ilah yoktur” derlerse,
Kalplerinde aşk ile şefaat için
Muhammed’e hürmet ederlerse,
Değildir öyleyse onlardan hiçbirisi kötü bir yerde!
Ama bir de bugünün gerçekliği var ve o çıplak gerçekliği ‘Doğudan Esintiler’in sahibi İkbal’den dinleyelim:
“Peygamberimiz tekrar görünüp bu ülkede
İslam’ı öğretmek istese, burada hüküm süren şartlar
ve adetler yüzünden bu ahalinin İslam’ın
gerçeğini anlamaktan aciz kalacağından eminim.”
Son söz Arif Nihat Asya’nın olsun:
Yeryüzünde riya, inkâr, hıyanet Altın devrini yaşıyor... Diller, sayfalar, satırlar “Ebu Leheb öldü” diyorlar;
Ebu Leheb ölmedi ya Muhammed! Ebu Cehil; kıt’alar dolaşıyor...
(1) Bu yazıdaki şiirler Annemarie Shimmel'in "Hazreti Muhammed" (Profil Yayıncılık, 1995) eserinden alınmıştır. İlgililere dünya genelinden derlenmiş Muhammedi bir lezzet için hassaten tavsiye edilir.
|
BAŞBUĞ TÜRKEŞ
Bir Ülkücü Başbuğu için ne diye bilir?
Zannım odur ki başka hiçbir titr, hiçbir unvan, hiçbir dünyevi makam O’na “Başbuğ” kadar yakışmamıştı. O Ülkücülerin Başbuğ Türkeş’iydi, Ülkücüler O’nun Bozkurtları!
“Ben Türk Milletini,
Sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye,
Rüşvet ve hile çiğnenen, çiğnetilen hukuk düzenine
Ahlaktan mahrum bir hürriyete, tefeciliğe, karaborsaya
yer veren bir iktisadi yapıya çağırmıyorum.
Türklük şuur ve gururuna, İslam ahlak ve faziletine,
yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe, kardeşliğe, kısacası
hak yolu, hakikat yolu, ALLAH YOLUna çağırıyorum”
Alpaslan Türkeş
|
BİR MİLLETİN ÜLKÜCÜLERİ YOKSA...
Tarih insanları yutar, milletleri de…
İnsanlar ülküleri tükenince tükenir; milletler Ülkücüleri tükenince… Bazen tükenmek yok oluşun habercisidir; kimileyin yeni bir başlangıcın…
Milletler ortaklıklar etrafında doğar, gelişir; bu Allah’ın ayetlerindendir… Ortaklığı inançlar, değerler, dil, hatıralar oluşturur. Lakin bu ortaklığın tam merkezinde ortak ülküler yoksa bir milletten değil; bir “yığından” söz edebiliriz ancak; kuru kalabalıklar ve çıkmaz sokaklar…
Aynı dili konuşan, aynı dinin mensubu ülküsüz kuru kalabalıklar millet değildir. Milli heva ve hevesleri olmayanlar günübirlik arzulara veya başka milletlerin ideallerine tabi olurlar… Hikâyesi kendine ait olmayan güruh millet değildir…
Her bayrağı, ülkesi, sınırları olan topluluk ta millet değildir. Kaderi başkalarının elinde çizilen topluluklar en fazla ulus olurlar. Uluslar dünya sahnesine başkalarının himmetiyle çıkarlar. Cetvelimsi sınırları, bahşedilmiş toprakları, öykünmeci tavırları ve günübirlik yaşayışları vardır. “Var olmaları” birilerince istendiği için vardırlar… Bu kadar!
Milletler himmetle, himayeyle değil; ülkülerinin bedelini ödeyerek, Ülkücüler yetiştirerek var olurlar ve yaşarlar… Tarihten kopup gelirler. Hikâyelerini emekleriyle, kanlarıyla, aldıklarıyla ve verdikleriyle kendileri yazarlar. Milletle masa başı kurgulama ürünü değildirler. Bedel ödemiş ve ödemeye hazır bir iman ve irade mensubudurlar…
Uluslar masa başı kararlarla kurulur, aynı şekilde ölürler…
Milletleri tarih doğurur. Dilini, dinini, kültürünü yaşamak için bir Oğuz Kağanları, bir Kızıelmaları, bir Orhun Yazıtları, bir Kaşgarlıları, bir Alpaslanları, bir Fatihleri, bir Fuzulileri, bir Yunusları, vardır. En olmadık zamanlarda milli bilinci uyandıran Gaspıralıları, Gökalpleri, Resülzadeleri, Çolpanları, Cumabayları, Atsızları, Türkeşleri vardır… Ölen bir İmparatorluktan Türklüğün bütün milli değerlerini sahiplenen yepyeni bir devlet Kuran Mustafa Kemalleri, Karabekirleri, Nene Hatunları, Şahinbeyleri, Sütçü İmamları vardır… Milletleri tarih doğurur ve kimi milletler tarih yaparlar: Türk gibi…!
|
VİZYON-MİSYON DEĞİL HEY KIZILELMA
Kimileri vizyon-misyon diyorlar, benimkisi Kızılelma... Ne kadar yaklaşsan da vuslatı olmayan sevda... Türklerin tarihteki koşuşunun puslu hikayesi… Türk Cihan Hakimiyeti Ülküsünün ebediyet risalesi…
“Kızılelma yok mu? Şüphesiz vardır; Fakat onun semti başka diyardır… Zemini mefkure, seması hayal… Bir gün gerçek fakat şimdilik masal” (Z. Gökalp)
Fatih Roma sevdasının provalarını Otranto’da yaparken yine düşlerde bir Kızlelma vardı:
“Çıktı Otranto'ya pürvelvele Ahmet Paşa Tuğlar varsa gerektir Kızılelma'ya kadar”
Veya
“Cedlerin kanlı akınlar dolu dört yüz senesi Ta Kızılelma'ya gitmek denilen an'anesi” (Yahya Kemal)
Bir de Atsız Ata’ya kulak verelim…
“Yüz paralık kurşunla gider 'hayat' dediğin; Tanrı yolu uzaktır; erken kalk, sıkı giyin. Yazık, bütün ömrünce o kadar özlediğin, Güzel Kızılelma’na varmadan öleceksin.”
Destanlar Şairi N. Y. Gençosmanoğlu nasıl anlatırmış Kızılelmayı?
“Yüreksizler kurnazca, Koç yiğitler şahbazca,
Pekçe konuşur!
Gönüllerin türküsü, Kızılelma ülküsü… Bugün, gök gürültüsü,Türkçe konuşur!” (N. Y. Gençosmanoğlu)
Bazen ümitsizliğe düşen dostlarım oluyor, farkındayım. Kim olduğumuzu hatırlayalım istedim. Bizim hikâyemiz sonuna kadar! Kızlelmaya kadar! |
ÜLKÜCÜLER VE ALEVİ-SÜNNİ MESELESİ
Kahramanmaraş olaylarını anma haberleri düştü televizyonlara. Hafızam 35 yıl öncesine taşıdı beni.
Aralık 1978 yılı demek ki. K. Maraş kan gölü. Ölenler biliniyor da öldürenler karanlık... "Güneş Ne Zaman Doğacak" filmini heyecanla bekliyor Ülkücüler. Filmin gala gösterisinde salon hınca hınç dolu. Salonda bir anda bomba patlıyor. İnsanlar panik içinde dağılıyorlar. Ardından söylentiler havada uçuşuyor. Bürokrasi bir tuhaf, asker bir tuhaf, polis daha tuhaf ve her yanda karanlık yüzler… Fitne, şehri Alevi-Sünni diye bölmenin peşinde.
Ecevit hükümetinin İçişleri bakanı İrfan Özaydınlı "işin içinde sol örgütler var" diye açıklama yapınca görevden alınıyor. Sonra Kontrgerilla deniyor, Ülkücü faşitler deniyor...
Her şey söyleniyor da olan katledilen masum insanlara ve evini barkını terk edenlere oluyor. Bir de Türk milletinin bağrına saplanmaya çalışılan "Alevi-Sünni" ayrımı bir yaraya dönüşüyor… Oyunun devamı Çorum’da Sivas’ta sergileniyor…
Tam da o gün. Gebze’de bir bayan hoca derse giriyor. Yüzü yüz değil, ağlamış besbelli. Gözleri öfke, nefret, acı ile dolu. Hiç kimseye bakmadan “25 ayağa kalk” diyor. Sınav yok, sözlü yok ama var bir şey belli ki. 14 yaşında sesi yeni çatallanmaya durmuş lise eşiğindeki genç “benim adım 25 değil…” demeğe kalmadan hoca üç soruyu ardarda soruyor. Cevap veriliyor. Dördüncü soru da gelince cevap vermenin anlamsız olduğunu anlayan öğrenci işin sonunun nereye varacağını merak ederken öğretmen “sizin faşistler Maraş’ta Alevileri katlediyor ama bunun hesabını vereceksiniz” diyor ve derse dönüyor.
“Bizim faşitler, Alevileri katlediyor!!!? Hesabını vereceğiz…” İşin hüzünlü yanı genç Aleviler hakkında hiçbir bilgiye sahip değil, kulaktan dolma üç beş söz, o kadar! Sınıfında kim alevi, onun da ayrıdında değil. Sonra fark ediyor etrafında Alevi arkadaşları olduğunu. Hepsi kendinden bir parça, farkın ne olduğunu anlayamıyor… Faşist suçlamasının ise milletini sevenlerin yakasından hiç düşmeyeceğini yıllar boyunca öğrenecek, ciddiye almaya değmez…
Zaman akıyor. Anlaşılıyor ki bir Ülkücünün Alevilere karşı olması kendi tarihini inkar etmesi gibi bir şey. Yesevi Ocağının erenleri Anadolu’dan Balkanlara ve oradan taa Macar ovalarına taşımışlar Alevi-Bektaşi kültürünü. Bazen Geyiklibaba olmuş Anadolu’ya, bazen Sarısaltuk olmuş Kosova’ya-Bosna’ya, bazen Gülbaba deyü konmuşlar Macaristan’a... Zaman gelmiş Türk dili Fars ve Arap etkisiyle yok olmaya yüz tutmuşken bu damar o dili muhteşem türküleriyle, koşmalarıyla, anlatılarıyla canlı tutmuş. En sonunda Veysel diye yüce bir avaza dönüşüp “dünya dolsa şarkı ile/Türk’üz türkü çağırırız” diyerek Türkçe ses bayrağımızı zirvelere taşımış...
Mevzu basittir aslında. Mesele asla Alevi-Sünni meselesi değildir. Mesele Hz. Ali’den bir “komünist-materyalist imge” çıkarıp onu Hz. Peygamber’den ve Türk Milletinin değer sisteminden koparmaya çalışanlara karşı koyuş meselesidir. Hz. Muhammet (s.a.s) ve Hz. Ali de (r.a.) bizimdir ve biz Alevisiyle Sünnisiyle yüce bir milletiz: Türk!
Ta ezelden hür milletiz, Soyu-sopu gür milletiz, Kandan, candan bir milletiz, Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî, Kızılbaş!
Aynı mayadan yoğrulur, "Türk", "Türkmen" diye çağrılır Aynı kıbleye doğrulur... Secdeye konan aynı baş
Alevî, Sünnî Kızılbaş!
Dedemiz bir. Torunlarız, Dün, bugün, ve yarınlarız Yüceleriz, derinleriz... Yunus Emre, Hacı Bektaş
Alevî, Sünnî Kızılbaş!
Oğuz'un yirmi dört boyu, Yüce Türk'ün şanlı soyu, Dede, baba, amca; dayı, Bibi, teyze, bacı, kardaş..
Alevî, Sünnî Kızılbaş!
Olmaz aynılıkta huzur, Olmaz münafıkta özür, Olmaz karavaştan vezir... ALKAEVLİ, KINIK, YAZIR Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî Kızılbaş!
Soysuza verirsen değer Döner ecdadına söğer... Haydi, haykır Türk'sen eğer! YAPARLU, DODURGA, DÖGER Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî Kızılbaş!
Fitne, fesat., bir kör kuyu Bir olmaktır Türk'ün huyu Vatanımın kırk bin köyü KARAEVLİ, BAYAT, KAYI Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî Kızılbaş!
Gönlüm Küskün, bağrım ezik Ne fidanlar düştü; yazık Unutma ey sütü bozuk! EYMÜR, SALUR, ÇEPNİ, KIZIK Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî Kızılbaş!
Bu gök, bu deniz, bu hava, Bu yayla, bu dağ, bu ova... Kanımızla geldi tava! ALAYUNTLU, BÜGDÜZ, YIVA Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî Kızılbaş!
Birlikte bayrak açana, Koş birlik andı içene.. Lanet birlikten kaçana! ÇAVULDUR, İĞDİR, BEÇENE Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî Kızılbaş!
Öz kardaşlar olmaz dargın Dargın olsa, düşer yorgun Haydi, ey YÜREĞİR, KARGIN! Haykır gece, gündüz hergün: Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî Kızılbaş!
Bir gövdede bir can yaşar Çetin yollar dağdan aşar Haydi, durma sen de başar.. BEGDİLİ, BAYINDIR, AVŞAR Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî Kızılbaş!
Bilsin bunu ar edenler. Söz, canına kâr edenler... Soyunu inkâr edenler Haram zadedir; ey kardaş
Alevî, Sünnî Kızılbaş!
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
|
|
|
|